Tuesday, May 22, 2012
self esteem
Mary Wilke: Don't psychoanalyze me. I pay a doctor for that.
Isaac Davis: Hey, you call that guy that you talk to a doctor? I mean, you don't get suspicious when your analyst calls you at home at three in the morning and weeps into the telephone?
Mary Wilke: All right, so he's unorthodox. He's a highly qualified doctor.
Isaac Davis: He's done a great job on you, y'know. Your self esteem is like a notch below Kafka's.
W. Allen - Manhattan (1979)
Friday, January 21, 2011
n'aber?
yürüyordum. yürürken -inanmazsınız- sağa sola selâm bile veriyordum. göğü yeşil, yeri beyaz öyle bir mekândı ki burası; sanki göbeğim her insana ayrı ayrı bağlıydı. bana bakıp gülümsüyorlardı. -uzun zamandır kimse bana bakıp gülümsemiyor.- hâlimi hatrımı soruyorlardı, beni rahatsız etmekten korkuyorlardı. -öyle bir dünya yoktu bence.- türünü hatırlayamadığım bazı kuşlar omzuma konup kulağımı gıdıklıyor, sonra gülerek uzaklaşıyorlardı. kadınlara karşı en ufak bir korku beslemiyordum. bir kadının yüzüne-gözlerine-memelerine baktığımda; hayâli bir karakter gözlerimi bağlayıp beni evime geri göndermiyordu. -son zamanlarda biraz deliriyorum da.- her şeyin yine farkındaydım; ama bu, rahatsızlık yerine huzur veriyordu. yine son zamanlarda edindiğim huylar neticesinde özgüvenin sözlük anlamını bir türlü hatırlayamıyordum; ama orda öyle değildi. derdimi anlattığım adam beni gerçekten dinliyordu; bu yetmezmiş gibi, sevgiden ve onun gibi şeylerden bahsettiğim kadın, kalbimin ta içini görüyordu. sanırım az bir zaman geçtikten sonra yerden yükselmeye; yükseldikten sonra da bulutların içine girip çıkmaya başladım. gece olunca Ay'a doğru yola çıktım. Ay'da beni karşılayan turkuaz tişörtlü Gandhi ile sinemadan falan sohbet açtık. sohbet koyulaştıkça Ay'ın atmosferi de turkuazlaşmaya; turkuazlaştıkça oksijenle öpüşmeye başladı. baktım muhabbetin sonu yok, Gandhi'den izin istedim. "ne demek? izin senin." dedi. ne demek?
oraya geri döndüğümde kimse kalmamıştı. bütün binalar kaybolmuş, bütün o canım insanlar bir yerlere gitmişti. koskoca kasabada tek bir bahçe, o bahçenin içinde tek bir ağaç, ama devasa bir ağaç, o ağacın içinde de çocukluğumun evlerinden biri vardı. evin içine girmeye çalışan kardeşim kan-ter içinde kalmıştı. ne zaman odasına girse, gözlerini kapasa, yatağına sıkı sıkı sarılsa; ağaç, onu pencereden dışarı atıyordu. kardeşim beni gördüğünde "neşideler neşidesi" dedi; ya da bana öyle geldi. kardeşim beni ikinciye gördüğünde "ağaçlar bizi sevmiyor." dedi; ya da tamamen uyduruyorum. kardeşim beni üçüncüye gördüğünde "kaderin anlamak." dedi, yok yok benim hüsn-ü kuruntum. bir kütük bulup oturdum. kardeşimi izlemeye başladım. içeri giriyor, yatağına yatıyor, pencereden atılıyor, hiçbir şey olmamış gibi içeri giriyor, yatağına yatıyor, pencereden atılıyor...
uyandığımda beş adet cevapsız aramam, nur topu gibi de mesajlarım vardı. galiba bende olan bir şeyi; bir de bir şeyi; yanlış hatırlamıyorsam bir de bir şeyi istiyorlardı. duvardaki mantar panoya astığım yapılacaklar listesine baktım. sonra deliler gibi geri yerime oturdum. şimdi bu günü kim yaşayacaktı ki? tüm o seneleri, o tembelliği ve o güzelliği yaşadıktan sonra; bu günü kim yaşayacaktı? ben değil, orası kesindi artık. benden istenilen bir şeyi, bir şeyi, bir de bir şeyi çantama tıkıştırıp giyindim. kapıyı açtım, ayakkabılarımı giydim; ama çıkmadım. kapıyı kapadım. iyi böyle...
oraya geri döndüğümde kimse kalmamıştı. bütün binalar kaybolmuş, bütün o canım insanlar bir yerlere gitmişti. koskoca kasabada tek bir bahçe, o bahçenin içinde tek bir ağaç, ama devasa bir ağaç, o ağacın içinde de çocukluğumun evlerinden biri vardı. evin içine girmeye çalışan kardeşim kan-ter içinde kalmıştı. ne zaman odasına girse, gözlerini kapasa, yatağına sıkı sıkı sarılsa; ağaç, onu pencereden dışarı atıyordu. kardeşim beni gördüğünde "neşideler neşidesi" dedi; ya da bana öyle geldi. kardeşim beni ikinciye gördüğünde "ağaçlar bizi sevmiyor." dedi; ya da tamamen uyduruyorum. kardeşim beni üçüncüye gördüğünde "kaderin anlamak." dedi, yok yok benim hüsn-ü kuruntum. bir kütük bulup oturdum. kardeşimi izlemeye başladım. içeri giriyor, yatağına yatıyor, pencereden atılıyor, hiçbir şey olmamış gibi içeri giriyor, yatağına yatıyor, pencereden atılıyor...
uyandığımda beş adet cevapsız aramam, nur topu gibi de mesajlarım vardı. galiba bende olan bir şeyi; bir de bir şeyi; yanlış hatırlamıyorsam bir de bir şeyi istiyorlardı. duvardaki mantar panoya astığım yapılacaklar listesine baktım. sonra deliler gibi geri yerime oturdum. şimdi bu günü kim yaşayacaktı ki? tüm o seneleri, o tembelliği ve o güzelliği yaşadıktan sonra; bu günü kim yaşayacaktı? ben değil, orası kesindi artık. benden istenilen bir şeyi, bir şeyi, bir de bir şeyi çantama tıkıştırıp giyindim. kapıyı açtım, ayakkabılarımı giydim; ama çıkmadım. kapıyı kapadım. iyi böyle...
Wednesday, December 22, 2010
Bir Sali gunu verbs of creation
Soguk, hissiz, ve bayagi bi zaman dilimi. Existential importu olmayan bir suru daire ciziyorum...
Sunday, November 15, 2009
sekerli pazarlar
Gecen annemden duydum: 12 yasimda iken "6 yasimdan beri bu hayatla uurasiorum ve artik dayanamiorum" diye yumurtlamisim. o zaman su halimden daha akli basinda olduum cok asikarmis.
Simdi ise durum tam tersi, dayanamadiim bisey yok. Hayat'in tek duzelii ve sefilliinin ne sahane olduunu bilmek icimi ferahlatiyor. "Pazarlar'in 18 yildir ic kabartmasi ne muhtesem" artik sloganim. Evi cop ev yapmak ve icinde olmek aptal depresiflerin isi, o taraklarda hic bezim olmaz. Girisin 60 dolar olduu bi soho klubunde guzel arkadaslarimla locada siyanur yudumlayarak sahneden cekilmek benim planim. Sofistikenin basitliine asigim. Bayaaliin yuceliine, yalanlarin samimiyetine, sapkinliin masumiyetine, sogukluun sicakliina.
Bu post adrese teslimdir. O buralari okur mu bilemiyor ve umursamiyorum ama "seker" gibidir kendisi en acisindan. Pazarlarimi bi nebze de olsa ona ve itiraflarina borcluyum.
Simdi ise durum tam tersi, dayanamadiim bisey yok. Hayat'in tek duzelii ve sefilliinin ne sahane olduunu bilmek icimi ferahlatiyor. "Pazarlar'in 18 yildir ic kabartmasi ne muhtesem" artik sloganim. Evi cop ev yapmak ve icinde olmek aptal depresiflerin isi, o taraklarda hic bezim olmaz. Girisin 60 dolar olduu bi soho klubunde guzel arkadaslarimla locada siyanur yudumlayarak sahneden cekilmek benim planim. Sofistikenin basitliine asigim. Bayaaliin yuceliine, yalanlarin samimiyetine, sapkinliin masumiyetine, sogukluun sicakliina.
Bu post adrese teslimdir. O buralari okur mu bilemiyor ve umursamiyorum ama "seker" gibidir kendisi en acisindan. Pazarlarimi bi nebze de olsa ona ve itiraflarina borcluyum.
Sunday, October 4, 2009
Keşmer
Sadece tek bir söz için bir damızlığı seviyorsak; bir güzel ses için gerizekalının tekine secde ediyorsak; bunu yazan adamı sevmeme lüksümüz yok. Bak bizi anlatıyor.
"Bak, dayandım olmadı. Çek silahımı vur, elim belime varmıyor affet!...
Bugünüme kusrum var, dostum canıma mı kastın var?
Kim hekimse hakimim olsun. Tek duvara tek kafa depremim olsun.
Sus!... yaralama şansın var, Sago kaç!... firara hakkın var."
Açıklama deyu bile yazabiliriz bence bunu.
"Bak, dayandım olmadı. Çek silahımı vur, elim belime varmıyor affet!...
Bugünüme kusrum var, dostum canıma mı kastın var?
Kim hekimse hakimim olsun. Tek duvara tek kafa depremim olsun.
Sus!... yaralama şansın var, Sago kaç!... firara hakkın var."
Açıklama deyu bile yazabiliriz bence bunu.
Tuesday, September 29, 2009
Benim İçin Büzülme
Geçen gün tanıştığım adamın kendini ispat etmek için harcadığı çaba olağanüstüydü. Cümlelerinin arasına es koymak yerine; "Ben gazeteci olduğum için.." yahut "Ben ilginç bir insanım, tanıdıkça anlarsınız..." cümlelerini sokmayı adet edinmiş. Bir günlük ömrü kalmış gibi bir çırpınma hali. Kendini kabul ettirme ateşi. Tüm bu ateş, isterse hektarlara yayılsın; tek bardak suya bakar: "Siktir git."
Sonra sustu ve hiç konuşmadı. Harika bir tabloydu, Piçasso görse elimi öper.
Sonra sustu ve hiç konuşmadı. Harika bir tabloydu, Piçasso görse elimi öper.
warmed but served chilled
Icinin icine siimadii anlarda; mesnetsiz hayvansi nese nobetlerini paylasirken, sinirden aaz dolusu kufretmenin arifesinde, gozune ilistirdiin plastik kasikla karsinda lafini geveleyenin gozunu cikarmaya nihayet karar verdiinde, gomlegini yirtip "yeter, pust" die bagirip mutlu oldugu iddasindaki zavallinin yanak etini yuzunden ayirma niyeti ile ayaga firlamak uzere iken...bir an durup, karsindakinin de senin gibi mutfaginda akdeniz tonlari, granitleri ile isvec agaci dolaplar kullandigi halde garajini cople doldurmus olabilecegi aklina gelir. Iste o an acimadan diil, ama muadilini bulmanin sevinci ile gulumsersin; cigerlerin sogutuluverir, hararetin ucar gider.
Subscribe to:
Posts (Atom)